Kapitalist emperyalizm, emperyalist küreselleşmeye dönüşme sürecinde işçi sınıfının yapısında niteliksel dönüşüme yol açtı. İşçi sınıfı kapitalist gelişmeye koşut olarak niceliksel büyümekle birlikte, kapsamı da genişledi. Orta sınıf emekçilerde proleterleşme eğilimi ortaya çıktı; bir kısmı proleterleşirken, geriye kalan emekçi katmanların nihai çıkarları işçi sınıfının çıkarlarına yakınlaştı. Bütünleşik dünya pazarı, uluslararası iş bölümünün geldiği düzey ve dünya fabrikasının oluşması, işçi sınıfının küresel düzeyde birliğinin nesnel koşullarını büyüttü.
Bu paralelde neoliberal politikalar kapsamında, çalışmanın esnekleştirilmesi, taşeronlaştırma, özelleştirmeler, kayıt dışı ekonominin yaygınlaştırılması, sosyal kazanımların tasfiyesi, işsizliğin kronik hat alması, işçi sınıfının ana gövdesini dağıtıp atomize ederek yoksulluk ve sefaleti derinleştirdi. Sendika ağalık düzeni bunun üzerine tüy dikti.
Coğrafyamızda işçi sınıfının yüzde 10 gibi sınırlı bir kesimi neoliberal dönüşüm politikalarından etkilenmiş ve kazanımları sarsılmış olsa da henüz göveli olarak avantajlarını önemli oranda korumaktadır. Bu kesimi hem üretim sürecinde hem de işçi sınıfı hareketinde merkezi bir rol oynamaya devam ettiğinden “merkez” geriye kalanını “çevre” olarak adlandırmak mümkün.
İşçi sınıfının bu iki kesiminin devrimcileşme dinamikleri farklıdır. Devrimci bir işçi hareketi yaratmak için bu farklılıkları stratejik planda hesaba katılmalıdır.
‘Merkez’in Durumu
İşçi sınıfının yaklaşık yüzde 10’u sendikalarda örgütlüdür. Stratejik iş kollarının da içinde olduğu en eski sektörler sendikalıdır. Onlarca yıllık mücadelelerin sonucu olarak kazanılmış haklarını önemli orada korumaktadır. Bu kesim işçi sınıfının ekonomik sendikal bilinci en yüksek olan katmanıdır. İş güvencesi, sosyal hakları, ücretleri, yaşam standartları ve koşulları bakımından işçi sınıfının geride kalan kesimlerinden görece daha avantajlı durumdadır. Kazanılmış haklarını kolektif olarak savunma refleksi, TİS süreçlerinde birlikte hareket etmede göreli bir bilince sahiptin. Yaygın eğilimi yasal sınırlarda, kimi anlarda ise bu sınırları zorlayan filli-meşru mücadele verebilmektedir. Bu mücadeleleriyle 89 bahar atılımından, Zonguldak maden işçilerinin Ankara yürüyüşüne, 3 Ocak 1991 kısmi politik genel grevine, tekel işçilerinin Ankara direnişine, örneklerinde olduğu gibi görkemli mücadelelerde zirveleri bulan direnişlere imza atmıştır. Bu direnişleriyle işçi sınıfının genelini ve halk hareketini etkileme ve harekete geçirmede merkezi bir role sahip olduğunu göstermiştir. Keza irili ufaklı başkaca direnişlerde özelleştirmeye karşı mücadelelerde, merkezi mitinglerde, 1 Mayıs, 15-16 Haziran direnişi yıldönümü gibi etkinlikleri, kimi TİS süreçlerinde de sınıfın genelini ve halk hareketini şu veya bu düzeyde etkilediğini söyleyebiliriz.
Buradan bakıldığında bu kesim işçi sınıfının onda biri gibi bölümünü oluşturmakla birlikte, niceliğine oranla çok daha büyük, önemli ve merkezi bir rol oynamaktadır. Keza stratejik iş kollarının ve kamu çalışanlarının ağırlıklı bir bölümünün bu katman içinde olması da merkezi rolünü pekiştirmektedir.
İşsizliğin yaygın ve kronik bir hal aldığı günümüzde, iş güvencesine sahip olmak, işçi sınıfının çoğunun açlık ve yoksulluk sınırında yaşaması koşullarında ortalamanın üzerinde maaşa ve sosyal haklara sahip olmak bu kesim üzerinde bu ayrıcalıklarını koruma refleksini diri tutmaktadır. Bu ayrıcalıklar onu devrimci mücadeleden uzak tutmakta düzene bağlanmasını sağlayan zincire dönüşmektedir. Ekonomik ve sosyal kazanımlarını korumak için yasal sınırlar içinde mücadeleye atılmakta yer yer bu sınırları zorlamakta veya sınıf dayanışması basta olmak üzere kısmi demokratik tepkiler vermekle kendini sınırlamaktadır. Savunmacı pozisyonu aşamamaktadır. Bunlar “merkez” üzerinden devrimci bir işçi hareketinin yaratılmasını önemli oranda sınırlamaktadır.
Sendika Ağalık Sisteminin Rolü
Daha da önemlisi işçi sınıfının bu bölüğünün ataletini ve kendiliğindenciliğini besleyen ve onu daha geriye çekme çabası içinde olan sendika ağalık sisteminin hakimiyetidir. Sendika ağalık sistemi işçilerin kendiliğinden mücadelesine ket vurmakta, belli eşiklerde ortaya çıkan öfke patlamalarını dizginlemekte, edilgenliği örgütlemektedir.
Son 40 yıllık mücadele göstermiştir ki kastlaşmış, bürokratlarmış, çürümüş, fili ve yasal koruma kalkanıyla korumaya alınmış sendika ağalık sistemini salt içeriden mücadeleyle geriletmek, devrimci sendikal mevziler elde etmek olanaklar son derece tıkanmıştır. Yanı sıra mevcut sendika bürokratlarının ayrıcalıkları, onlarda orta sınıf yaşam tarzı ve alışkanlıkları körüklemekte, burjuva düşünüş biçimlerinin nesnel zeminini büyütmektedir.
Bu tespitlerden sarı sendikalarda örgütlü işçileri kazanmaktan vazgeçmek sonucu çıkarılmaz. Aksine buralarda ilerleyebilmek için daha kararlı, daha inatçı ve daha uzun soluklu bir mücadelenin gerekliliğinin zorunluluğuna işaret eder. Dolaysıyla buralarda uzun soluklu ve sabırlı olmayı şart koşan stratejik bakış açısıyla yaklaşmayı gerektirir. Ancak bu yetmez kısa ve orta vadede devrimcileşebilecek başkaca işçi kesimlerine yönelmeyi öncelikli görev olarak belirlemeyi, gerektirir. Bu tespitler bizi kısa ve orta vadede “çevre”nin kazanılma görevini öncelikle ele almayı zorunlu kılar.
‘Çevre’nin Durumu
İşçi sınıfının geriye kalan yüzde 90’ı herhangi bir sendikada örgütlü değil. Ezici bir çoğunluğunun iş güvencesi yok, açlık ve yoksulluk sınırlarında ve onların altında maaş alıyorlar. Aylarca ödenmediği de oluyor, sosyal hakları hiç yok ya da patronun insafına kalmış, sınırlı haklara sahipler. Bunlar da patronun lütfu olarak görülmekte. Herhangi bir sosyal ayrıcalığa sahip olmadıkları için kaybedecekleri fazla bir şeyleri yok. Onları kapitalist sisteme bağlayan en önemli ve öncelikli nesnel bağ iş sahibi olmalarıdır. İş güvencesi olmadığı için bu bağ zayıflamış, riski göze almaya daha yatkınlar. Bu da hak arama mücadelesine girme, politik özgürlükler ve toplumsal kurtuluş için mücadeleye girme potansiyeli daha yüksek olduğu anlamına gelir. Bunu en açık biçimde devrim ve sosyalizm mücadelesi yürütenlerin geldiği sınıfsal kökene ve katmanına baktığımızda da aynı şeyi görebiliriz.
Yine son 40 yılda en kararlı ve öncü direnişlerinde bu kesimin belirgin bir ağırlığı görünür. Sendikal mücadele verirken işten atılanların kararlı ve uzun soluklu direnişleri başı çekiyor. Bunların içinde de genç ve kadınların öncülük yaptıkları direnişler belirli bir ağırlığa sahip. Keza sadece işçilerin doğrudan sorunlarıyla ilgili değil genel politik özgürlük için verilen mücadelelerde de işsiz işçiler başta olmak üzere genç ye kadınların rolü çizilmelidir. Çalışıyor olsa da iş güvencesi olmayan ve her an işsiz kalma durumuyla karşı karşıya olan, hiçbir gelecek güvencesi olmayan genç işçiler iş bulma umudunu yitirmiş artık kronik bir hal almış genç işsizler devrim ve sosyalizm mücadelesine atılmakta işçi sınıfının diğer kesimlerine göre daha ataklar.
Paralel bir analizi sektörlere göre de yapabiliriz. Çok üçük kesimini dışta tutarak iş güvencesinin olmadığı genç işçilerin ağırlıkta çalıştığı tekstil, inşaat, motokurye çalışanları öncelik taşır. Keza ücret karşılığı ev işi, temizlik işi yapan kadınlar öncelikli olmak üzere hizmet işkolu için de geçerlidir.
“Çevre”nin direniş ve mücadeleleri yaygın olmakla birlikte örgütsüz, dağınık olduklarından esasta işçi sınıfının geneli üzerinde etkileri çok sınırlı kalmaktadır. Özellikle İstanbul‘da birden çok direnişin zamansal çakışması, bunların eşgüdüm ve birliğini gündeme getirmekte, bu sayede yerel etki düzeyleri büyümektedir. Bu direnişler etrafında güclü bir dayanışma seferberliğinin sağlanabildiği durumlarda da etki düzeyleri artabilmekte, politik nitelik kazanabilmektedir.
Bu direnişlerin bir kısmında emekçi sol kesimi şu veya bu düzeyde teması olmakta, fiili direniş içerisinde yer almakta ya da ajitasyon, propaganda ile dayanışmasını göstermekte. Bu durum sosyalistler tarafından iyi değerlendirildiğinde direnişçi işçiler üzerinde kalıcı iz bırakılabilmekte ve bir kısmıyla ilişkiler süreklileştirilebilmekte.
“Merkez” ve “çevre” ayrımı olmaksızın işçi sınıfı kapitalist sistemle nesnel olarak uzlaşmaz bir çelişki içindedir. “Merkez‘i ve “çevre”siyle işçi sınıfı kazanılmadan toplumsal devrime yürünemez. Sorun bunla ilgili değildir. Devrimci bir işçi hareketi yaratmanın stratejik yoluyla ilgilidir. İşçi sınıfının bu iki katmanının kazanma perspektifiyle, karşı karşıya koymadan devrimci bir işçi hareketi yaratmak için sosyalistlerin öncelikle yoğunlaşacağı kesim, işçi sınıfının “merkez”den uzak bu katmanını kazanmaya çalışmalıdırlar. İşçi sınıfının “çevre” katmanı diyebileceğiniz bu kesimi kazanabildiğimiz oranda, işçi sınıfının sendikalarda örgütlü ve görece ayrıcalıklı “merkez”ini, kuşatabilir, bu yolla devrimci etki altına alınabilir. Kaldı ki “merkez”in ayrıcalıklı pozisyonu göreli ve geçicidir. Emperyalist küreselleşmeci sömürgecilik onların da statükosunu her geçen gün daha fazla sarsmakta, ayrıcalıklarını parça parça yontmaktadır. Bu eğilim büyüdükçe devrimcileşme potansiyelleri de artacaktır.
Emek Hiyerarşisini Aşmak
“Çevre”, aynı zamanda cinsel, ulusal, dinsel /mezhepsel ve kuşak farkına göre emek hiyerarşisinin derinleştiği kesimdir. Mutlak artı değerin peşinde koşan, ucuz emek gücü arayışındaki sermaye çıkarı doğrultusunda cinsel, ulusal ve mezhepsel ezilmişlikler ile gençleri kullanmaktadır. Bu eksende sermaye emek hiyerarşisi piyasası oluşturmuş, devlet bunu kurumsallaştırmıştır. Böylece sözü edilen emek hiyerarşisi toplumsallaşmıştır.
Kadınlar
Piramidin en tepesinde erkekler, Türkler, Sünni İslam inancından olanlar bulunmaktadır. Kadın işçiler karşısında, erkek işçiler ayrıcalıklıdır. Erkekler her işte çalışabilmekte ve daha rahat iş bulabilmektedirler. Kadınlar her işte çalışmalarına imkan verilmediği gibi, aynı işi yaptıklarında da erkeklerden daha az ücret almaktadırlar. Yıpratıcı, ağır ve hijyenik olmayan işlerde çalışmaya zorlanmaktalar. Sadece kadınların çalıştığı yerde bile patronlarla işçilerden sorumlu işveren temsilcisi ve ustabaşları çoğunlukla erkektir. Erkeklerin mobbing ve tacizlerini göze almak ve başa çıkmak zorundadırlar.
Gençler
Gençlerle üst kuşaklar arasında emek piyasasında niteliksel bir fark oluşmuş durumda. Üniversite bitirmiş olanlar dahil olmak üzere gençler iş bulmakta zorlanmakta, genç işsiz oranı hızla yükselmektedir. Eğitimleri ve becerileriyle orantılı olmayan işlerde düşük ücretle çalışmak zorundadırlar. İş bulamayanlar, bulsa da geçinemeyenler; baba ve annelerinin yardımıyla yaşamlarını idame etmekte, gelecek güvencesi bulunmamaktadır.
Daha iyi bir gelecek umudu kalmamıştır. “Merkez”de varlıkları yok denecek kadar sınırlıdır. Esnek, güvencesi kayıt dışı, sigortasız, sendikasız çalışmaya mecbur bırakıldılar. Bu niteliklerinden dolayı işçi kadınlarla birlikte “çevre”nin en mücadeleci katmanıdır. Genç kadınlar özel bir yönelimi hak ediyor.
Kürtler
Bakur’da açlık sınırının altında bile olsa iş bulabilen Kürtler kendilerini şanslı hissediyor. Artık birçok Kürt kentinde işçilerin sayısı onbinler ve yüzbinlerle sayılıyor. Buradaki işçilerin ücret ortalaması Türkiye ortalamasıyla kıyaslanamayacak oranda düşüktür. Ağırlıkta düşük/geri teknolojili emek yoğun işlerde çalışmaktalar. Bakur’da sekiz saatlik iş günü istisnai bir durumdur. Uzun çalışma saatleri kaderleri haline gelmiştir.
Aleviler
Batı metropollerinde de emek piyasası hiyerarşisindeki yerleri Türk işçilerden sonra gelir. Bu durum fiili sosyal ilişkilerden, ücretlere ve sosyal haklara kadar her şeyde kendini gösterir.
Resmi ideoloji olan sünni islam karşısında Aleviler vd mezhep ve dinlerin durumu çok farklı değildir. İnancını saklamak, Ramazanda oruç tutuyormuş gibi yaparak akşama kadar aç çalışmaya devam etmek zorunda olanlar az değil. Yine de ayrımcılığa maruz kalmaktan kurtulamazlar. MÜSİAD’ın güçlü olduğu Anadolu ve Bakur kentlerinde çalışma hayatının bütün alanları sünni islamın açık ideolojik ve kültürel hegemonyası altındadır. Bir Alevi için iş bulmak bile çok zordur. Diğer yandan son yirmi yılda Batı metropollerinde de sünni islamın hegemonya alanları büyümekte ve başkaca din ve inançtan olanlar nefes almakta bile zorlanmaktadır. Buna tarikatların yaygınlaşmasını MÜSİAD’ın büyük kentlerde sermaye gücünü katbekat artmasını eklediğimizde tablo daha iyi anlaşılır olur. Bütün bunlar dinsel/mezhepsel emek hiyerarşisinin kaynaklarıdır.
Göçmenler/Mülteciler
Sınır dışı edilmeyip hiçbir yasal statü de verilmeyen bir buçuk milyonu aşan Afrika ülkelerinden gelenler ve ağırlığı Suriyeli olmak üzere milyonları bulan Ortadoğu ve Kafkas ülkelerinden gelen göçmenler hiçbir sosyal hakları olmaksızın asgari ücretin çok altında, bir kısmı adeta kölelik koşullarında çalışmak zorundadırlar. Kayıt dışı çalışmaya mahkumlar. Göçmen/mülteci kadın işçilerin karşı karşıya oldukları ek baskı ve zorluğu tahmin etmek zor olmasa gerek. Karşı karşıya kaldıkları kötü bu muameleler, aşağılanmalar, cinsel tacizler, seks işçiliğine zorlanmalar vb. örnekleri sadece günlük basına yansıyan örneklerden biliyoruz.
Son Söz
Dolayısıyla işçi sınıfının kapsamı ve niteliği değişmiştir. Sosyal, kültürel, cinsel, ulusal ve dinsel bakımdan heterojendir. Kısa ve orta vadede devrimcileşmeleri de eşitsizdir. Bütün bu belirlemeleri hareket noktası olarak alan bir çalışma biçimi ve yöntemi izlenmeden devrimci bir işçi hareketi yaratılamaz.
Eşitlik olmadan birlik ve dayanışma, birlik ve dayanışma olmadan özgürlük, özgürlük olmadan toplumsal kurtuluş olmaz.