Sendikalaşma Önündeki Set: Yasalar ve Patronlar
Emperyalist Küreselleşme ekonomik politikalar, uluslararası sözleşmeler ve hukukundaki değişikliklerle göstermesinin yanı sıra patronlara işyerinde sendikalaşmaya ve sendikalara karşı saldırgan tutumlarının önünü de sonuna kadar açmıştır. Pervasızlıkta sınır tanımaz noktaya vardırmışlardır.
Sendikalara karşı süreklileşmiş anti-propaganda ve işten atma tehdidi patronların işçileri sendikalardan uzak tutan önemli araçlarıdır. Dahası bu tehdit ve korku iklimine rağmen sendikalaşma girişiminde bulunduğunda ise en sık başvurulan yöntem, ilk elden sendikal mücadeleye öncülük eden işçilerin işten atılmasıdır. İşçilerin buna karşı greve gitme, iş yavaşlatma, dayanışma grevi yapma vb. her türlü hak grevini gerçekleştirmesinin yasal dayanağı yoktur. Bu girişimler tazminatsız işten atılma nedenidir. Bu durum işçilerin direnme arzusunu önemli oranda sınırlandırmaktadır. Ancak son günlerde Urfa’daki tekstil işçilerinin direnişinde olduğu gibi sayısız direniş örneklerinde işçiler direniş sırasında öz deneyimleriyle, yasal mevzuatla kendilerini sınırladıklarında hiç bir şey elde edemeyeceklerini kavrıyorlar fili-meşru mücadele yoluna gidiyorlar. Direnişlerinin, belli bir eşiğinde, bazen de patronun veya devletin zor aygıtlarının devreye girmesi, onur kırıcı müdahalelerin karşısında öfke patlamasıyla bu tür çıkışlara yöneldiklerini biliyoruz. Dahası işyeri işgallerine kadar filli mücadeleyi vardırdıkları örnekler az değil. Çoğu örnekte isçilerin birliği ve dayanışmasının yarattığı kamuoyu baskısı ve işlerin tamamen ve daha uzun süre durarak daha fazla zarara uğrayacağı kaygısıyla patronlar direnişe katılan işçilerin hepsini tazminatsız isten atmaya cesaret edemeyebiliyorlar.
Sendikalaştığı için isten atılanların fiili direnişin yanı sıra başvurabileceği diğer yol dava açmaktır. Deneyimler işe geri dönebilmenin yolunun direnişi sonuna kadar kararlılıkla götürmekten geçtiğini gösteriyor. İşe iade davalarının mali yükü bir yana, bir yıla yakın sürüyor, bunun yıldırıcı etkisi bir yana işçi davayı kazandığında da genellikle patron öncü işçiyi işe geri almaktansa tazminatı ödeyip işe almamada ısrar etmeyi tercih ediyor. Bu yüzden işçilerin sendikaya üye olmama nedenlerinin en başında işten atılma korkusu yatıyor.
Sendikanın yetki almak için Bakanlığa başvuru yaptığında, patronun itirazı devreye giriyor. Bu davalar bir buçuk yıldan fazla sürdüğü için patron sendikayı tasfiye etmek için geniş bir zaman buluyor. Sendikalı işçiler tehdit, şantaj ve baskıyla istifa etmeye zorlanır.. Bu da işe yaramadıysa bazı talepleri kabul etme koşuluyla sendikadan istifa etme dayatmasını getirilir. Daha da olmuyorsa işçileri işten atmaya devam eder. Böylelikle sendikalı işçi sayısı minimuma inmiş olur.. Bu durumda sendika yetki aldığında da pek işe yaramaz.
1992-2009 yılları arasında TEKSİF sendikası, kazandığı her 100 yetki davasından sadece 35’inde, BMİS ise sadece %12’sinde TİS yapabilmiştir. Türk-İş’in hazırladığı rapora göre 2003-2005 yılları arasında Türk-İş’e bağlı sendikalara üye olduğu için isten çıkarılan işçi sayısı 15.531’dir. (3)
Bu verilerden de anlaşılacağı gibi burjuvazi sendikalaşmaya karşı açıktan bir cephe almıştır. Bunun sermaye oligarşisinin birleşik örgütlü bir tavrı olduğundan şüphe duyulamaz. Sendikalar kağıt üstünde yasaldır. Gerçekte sendikalaşma girişimi, işten atmayla sonuçlanmakta, ancak zorlu bir mücadele sonucu elde edilebilmektedir. Elde edilen her mevzi aylar ve yıllar süren fiili-meşru mücadelenin ürünü olarak ancak elde edilebilir. Yazın kavurucu sıcağında, kışın dondurucu soğuğunda, tatil demeden, bayram demeden, açlıkla ve hastalıkla boğuşarak birçok saldırıyla gerilimi göğüsleyerek; arkadaşlar, dostlar, akrabalar ve aileyle, birçok sorun ve gerilimi, kavgayı acıyı, korkuyu yaşayarak ancak sendikalaşmak mümkün hale gelebiliyor. Onun da garantisi yok. Sendikalaşmakla da her şey bitmiyor. Bağımsız sendikaların ve konfederasyonlara bağlı iki elin parmağını geçmeyen sayıda ki sendikaların dışında bir de, sendikal bürokrasinin ve devlete, hükümete angaje sarı sendikaların, işçilerin arkasından çevirdiği dolaplarla başa çıkmaları gerekir. Burjuvazi ve patron işbirlikçi sendikayı değiştirmek de ayrı bir mücadele ve irade savaşımının konusu olabilmekte.
Bütün bu uygulamalar sendikalı işçi sayısını hızla aşağı çekmiş durumda. Genel olarak sendikalı işçi oranı 1988’de % 22, iken hızla düşerek, 2010’da % 6`ya inmişti. Bugün resmi rakamlar sendikalı işçi oranını % 10’un üzerinde gösterse de sigortalı olmayan ve kayıt dışı çalışan işçileri dahil ettiğinizde bu oran %7-8’i ancak bulabiliyor.
Bu oranı yükselten kamu işçileridir.. Özel sektörde tablo daha da trajiktir.. 2007’de % 3.8, 2011’de %3,6 ya inmiş durumda. OECD ülkeleri içinde sendikalaşma oranı en düşük ülke Türkiye.
“Bu koşullarda mevcut sektörel düzenlemelere ve mevcut işyeri esaslarına göre örgütlenmek ve yasal bakımdan yetkilenmek, başka bir deyişle, mevcut yasalara uyum çerçevesinde bir sendikal büyüme imkansız hale geliyor. Mevcut sendikal hakların gasp ediliyor olması bir yana, bugünkü yasal sendikal çerçeveler gasp edilmemiş haliyle de yeni koşullarda sendikal mücadeleye uygun değildir.
Fili-meşru(direngen) mücadele, işçi sınıfının, günümüzde daha da hızla siyasallaşma eğilimi gösteren ya da doğrudan siyasi mücadeleler biçiminde gelişen ekonomik sendikal mücadelelerin gelişeceği ana eksen durumundadır. Taban inisiyatifleri, havza ve organize bölge grevleri ve bu eksende geliştirilen örgütlenme arayışları, mahalle meclisleri, ortak çalışanlar ekseninde örgütlenmiş taban sendikaları ve bunların yeni tipte örgütlenmelerini yasal çerçeveye kavuşturmak için fiili-meşru direnişleri gelişen eğilimi temsil ediyor.” (4)
Sendikal Bürokrasinin Rolü
Sendikal bürokrasi, kastlaşmış bir avuç sendika ağasının yapıştıkları koltuklarından etmek zorlaşmıştır. Sendikal iç demokrasi tasfiye edilmiştir. Mevcut işleyiş ancak bir sendikal bürokratın yerini bir başkasının alabileceği bir mekanizma kurulmuştur. Yürürlükteki yasalar, burjuvazi ve devlet mevcut durumun devamından yanadır.
Uzun direnişler ve yoğun emek sonucu devrimci ve mücadeleci kesimlerin elde ettikleri mevziler, sendikal bürokratları tarafından kuşatmaya alınarak, mümkünse tek tek bireyler sendikal ayrıcalıklarla çürütülerek burjuva işbirlikçisi haline getirilir. Bunun mümkün olmadığı durumlarda açıktan ve anti-demokratik biçimde tasfiye edilirler. Bununda başarılmadığı durumlarda, ilgili kadro veya sendika tecrit edilerek, hem konfederasyonun olanaklarından mahrum edilir, hem de duruşları hem de mücadeleleri görünmez kılınıp etkileri sınırlandırılmaya çalışılır.
Son 40 yıllık mücadele deneyimi göstermiştir ki, salt içeriden mücadele tek tek mevziler kazanarak sendika ağalık sistemini tasfiye etme olanağı çok sınırlıdır. Yine de işçilerle sıkı bağlar kurarak taban inisiyatiflerine dayanarak alttan mücadeleyle sendikal bürokrasinin kuşatmasını yarmaktan vaz geçilmez. Israrla yeniden denemek patikalar açtırabilir. Diğer yandan başkaca yol ve yöntemleri geliştirmeksizin ilerlenemez. Bu yollardan biri bağımsız sendikalar kurmak, diğeri ise çalışanların birleşik inisiyatifine dayanan ortak taban sendikaları kurup bunu kazanıma dönüştürme yolundan geçiyor.
Patikalar Açmak: Bağımsız Sendikalar
Gelinen aşamada mevcut sendikaları içerden dönüştürüp yeni bir sendikal anlayış inşa etmekten vazgeçmeden bağımsız sendikalar kurmak ihtiyaç haline gelmiştir. Mevcut sendikalarda örgütlü işçi sınıfının %10’nun altında azınlığını oluşturuyor. İşçi sınıfının ezici bir çoğunluğu hiçbir sendikaya bağlı değildir. Bu da devasa bir bakir alanın mevcudiyeti demektir. Üstelik bu kesim düşük ücretli, çalışma saatleri uzun ve iş koşulları çok ağırdır. Esnekleştirme, güvencesizleştirme ve taşeronlaştırmanın birinci derecede muhatabıdır. Belli aralarla işsiz kaldığında işsizlik korkusunu, acısını en şiddetli tarzda yaşayan kesimdir. Bu niteliklerinden dolayı devrimcileşme dinamikleri daha güçlüdür. O yüzden de yeni sendikalar ve sendikal anlayışın öncelikli muhataplarıdır. Devrimcileşme hızının nispeten yüksek olduğu tekstil, inşaat vb. iş kolları ile emek hiyerarşisinin en altında yer alan devrimci gelenek ve Kültüre açık Kürt, Arap ve Alevi işçilerden (yerine göre göçmenler de buna dahildir) başlayarak bağımsız sendikalar kurmak ve alternatif bir sendikal anlayış inşa etmek daha olası görünüyor. Nitekim son 20 yılda birçok bağımsız sendika kuruldu, onların öncülük yaptıkları direnişler öne çıkmaya başladı.
Bağımsız sendikalara tarihsel bir perspektiften baktığımızda, parçalılığın nesnel karakteri ve grupçu rekabetin hakim olduğu konjonktürlerde işçi sınıfının birleşik hareketi ve dayanışmacı niteliğini zayıflattı. Ancak bu riski görmek ve bugünden bu riskin gerçekleşmesini engelleyecek bir tarz ve izlemek hayati önemdedir.
Öncelikle emekçi sol güçlerin sendikal örgütlülüğe sahip olduğu sektör ve/veya bölgede bağımsız sendikalar kurmaktan veya o alanda çalışmayı yoğunlaştırmaktan kaçınmak yerinde olur. Ayrıca bu sendikalarda rekabetçi dışlayıcı pratikten uzak durarak, eşit koşullarda ve sendikal iç demokrasi kültürüne bağlı kalarak siper yoldaşlığı hukukuna uygun biçimde ortak çalışılabilir. Her zaman sınıfın genel ve stratejik çıkarlarını grupçu çıkarların üzerinde tutulmalıdır. Bunun olanaklı olmadığı durumda aynı sektörde yürütsün veya yürütmesin kent düzeyinden başlayarak, giderek ülke çapında bağımsız sendikalar koordinasyonu, platformu, dayanışma ağı vb. biçimlerde birlikte yürümeyi esas almak işçi sınıfının gücünü birleştirici bir rol oynar.
Bir Patika Daha: Tabanda Ortak Çalışanlar Sendikası
İşçi sınıfının kapsamı genişliyor, bir yandan yeni meslek gruplarının dahil olmasıyla iş bölümü açısından zenginleşip, konumu ve niteliği güçlenirken; diğer yandan gelir durumu, yaşam standardı ve tarzı birbirine yakınlaşarak homojenleşiyor. Homojenleşme işçi sınıfı içinde kafa emeği ile kol emeği arasındaki fark kapanma eğilimi gösteriyor. Toplumsallaşmanın geldiği düzey işçi sınıfının üretim sürecinde olduğu gibi tüketim sürecinde de eşitliyor. Giderek yoksulluk sınırında kümeleniyor. Dolayısıyla buralarda farklı sendikalara dahil olma işçi sınıfının gücünü parçalayıp zayıf düşmekten başka bir şeye hizmet etmiyor. O yüzden farklı iş kollarının bulunduğu iş yerinde, havza ve sanayi bölgesinde ortak sendikalarda bir araya gelme eğilimi oluştu.
Marmaray işçilerinin direnişlerine öncülük etmek için bağımsız Tekstil-Sen’den yardım istemesi, İzmir’de inşaat işçilerinin bir araya gelmek için Tekstil-Sen’e başvurmaları, çeşitli taleplerle Limter-İş’i arayanlar vb. birçok örnek verile bilir. Ayrıca bütün sektörleri örgütlemek amacıyla taban sendikaları da kuruldu. Birleşik İşçi Sendikası(BİS) örneğinde olduğu gibi, faaliyet yürütmeye başladıktan bir süre sonra kapatıldılar.
İşçilerin yer yer sektörel ayrım yapmadan bir araya gelme çabaları veya çalıştığı sektörde örgütlü olup olmadığına bakmaksızın mücadeleci niteliğinden dolayı sendikalara başvurma pratikleri olgusal gerçeklerdir. Bu eğilim göz ardı edilemez. Diğer yandan sınıfın genelinden bakıldığında sektörel Dolayısıyla sektörel sendikalarla çalışanların ortak taban sendikası karşı karşıya koyulamaz. Hangisinin tercih edileceği somut duruma bakılarak tercih edilebilir.
Sendikalaşmada Semtlerin Önemi
12 Eylül darbesinin asıl amacı yükselişteki devrimci halk hareketini ezmekti. İşçi sınıfını darbelemek, kazanılmış haklarını gasp etmek bunun ayaklarından biriydi. 12 Eylül’de DİSK ve devrimci demokrat sendikalar kapatıldı. DİSK 1992’ye kadar kapalı kaldı. Türk-iş ise cuntayı destekleme karşılığı da kapatılmayarak göstermelik varlığına göz yumuldu.
Sonrasında işçiler üzerinde baskılar o kadar arttı ki değil işyerinde bir araya gelerek sendikalardan söz etmek, elinde her hangi bir gazeteyle işe gitmek bile işten atılmanın gerekçesi olabildi. Yazının bütününde anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi sendikalaşma çalışması yetki alana kadar gizli yapılmak zorundadır. Bu koşullar altında sendikalarda bir araya gelme kültürü alışkanlığının çok yaygın olduğu da görmek gerekir.
İşyerinde dikkat çekmeden işçileri ikna edecek fırsatlar yakalama olanakları sınırlıdır. Burada işçilerin yaşam alanlarına gitmek sonucu çıkar.
Bunlara birde emperyalist küreselleşmeyle birlikte yeni işyeri düzeni, esnek çalışma ve taşeronlaştırmanın işçileri bir birlerinden yalıtacak tarzda kurgulanmıştır. İşyerinde sosyalleşme en aza indirilmiştir, kimi işyerinde bu olanak hiç yok, yanı başındakiyle sohbet etmek uyarı gerekçesi olabiliyor. Yemek ve çay saatleri o kadar kısa tutuluyor ki işçilerin yedikleri ve içtikleri boğazına diziliyor. Yemek ve çay saatleri farklı bölümlerin bir araya gelemeyeceği biçimde düzenlenmeye çalışılır. Özellikle sendikalı bölümlerle sendikasız bölümler, farklı statüde çalışan, ayrı taşerona bağlı olanlar, kadınlarla erkekler, yeni işçilerle eski işçiler(ki bu çoğunlukla ileri kuşaklar, genç olanlara denk düşer) işyerinde azam derecede birbirinden yalıtılmaya çalışılır; gerek duyulduğunda işçinin yaptığı iş ve bölümü kolayca değiştirebilir. Hatta mevcut yasalar patrona işçiyi şehrin diğer ucundaki fabrikasına/işyerine/şubesine veya başka bir şehre yollayabilir. İşçileri birbirinden yalıtan ve yabancılaştıran, yazı boyunca yer yer değindiğimiz diğer uygulanmaları da göz önünde bulundurduğumuzda bunları telafi etme yolunun işçilerin yoğunlaştığı semtlerden geçtiği daha iyi anlaşılır.
Semtlerde işçi evlerine ziyaret, semt kahvelerinde bir araya gelmek, evlerde sendika adayı işçilerle toplantı yapmak, mahallelerde sendikal faaliyet yürüten birimler kurmak, gerektiğinde harekete geçirmek vb. birçok olanaklar açısından semtler sendikal mücadelede vazgeçilmez araçlardır. Limter-iş, Tekstil-sen, BMİS, TÜMTİS başta olmak üzere birçok başarılı mücadeleci sendikalaşma semt/mahalle ayağını etkili kılma sonucu gerçekleşmiştir.
Emperyalist küreselleşmeden önce de, sınıf mücadelesinde ve sendikalaşmada semtler temel önemdeydi. Bugün ise bu önem özgün biçimler olarak daha da artmış, olmazsa olmaz bir koşul haline gelmiştir.
Alıntılar:
- Emek ve Haysiyet Mücadelesi, s.72 Alpkan Birelma
- Marksist Teori, 17. Sayı, s.67-68 Sema Duru Boran
Xabat Zafer