26 milyonluk işletme karından işçilere düşen 6 milyonluk pirim işçilere dağıtılmamıştı. Bu prim mühendis, ustabaşı ve çavuşların arasında pay edilmişti. Bu uygulama sayısız sıkıntı içinde çalışan işçilerin öfkesini isyana dönüştürmeye yetti de arttı bile.
10 Mart gece yarısı Gelik, Karadon ve Kilimli ocaklarında iş bırakan işçiler, sabah trenle işyerine gelen sabah vardiyasını da eyleme katılmaya çağırdı. Sabah vardiyasının işçilerin çağrısına uymasını engellemek için duruma müdahale eden iki mühendis işçiler tarafından dövüldü.
11 Mart günü Çaydamarı ocağında çalışan bin işçinin de eyleme katılmasıyla eylem daha da büyüdü. Madenlerde direniş başladığı haberi üzerine Zonguldak valisi yanına Jandarma komutanı ve 100 Jandarmayı da alarak maden bölgesine hareket etti. Fakat işçiler, madenlere giden yolların tümünü kurdukları barikatlarla kapatmışlardı. Vali ve askeri birlikler bu barikatları aşıp maden bölgesine girmeyi başaramadı. Barikatın önünde çevresini saran işçilerle tartışmaya giren vali, işçileri suçladı. Valinin eyleme karşı tavrını suçlamanın ötesine geçirip tehdit ve hakaret boyutuna vardırması üzerine, işçiler ellerindeki kazmalarla valinin ve askeri birliğin üzerine yürüdü. Bu öfke seli karşısında askeri birlik geri çekilirken vali de olay yerinden uzaklaştı. Direnişçi işçilerin öfke ve kararlılığı karşısında korkuya kapılan yetkililer, deniz erlerinden oluşan bir birliği daha ocakların çevresine yığdı. 11 Mart günü bu şekilde sona erdi.
12 Mart günü de Kozlu’ya çok büyük askeri birlikler sevk edildi. İşçilerin içindeki kışkırtıcıların yakalanacağı bahanesiyle getirilen askerlere süngü taktırılıp işçilerin üzerine sürüldü. Kozlu’da büyük ambarın önünde toplanan işçilerin üzerine ateş açılması emri verildi. Yetkililerin iddiasına göre ateş havaya açılmıştı. Burada işçiler ile askerler arasında çatışma büyüdü. Açılan ateşte Mehmet Çavdar ve Satılmış Tepe adlı işçiler asker kurşunuyla öldürüldü, onlarca işçi de bu ateş sırasında yaralandı. Dağılmak yerine öfkeleri daha da büyüyen 4 bin maden işçisi Kozlu merkezine doğru yürüyüşe geçti. İşçiler Kozlu Dispanseri önünde yakaladıkları baskıcı bir mühendisi döverek rehin aldı. Direnişin gücü ve işçilerin taşan öfkesi karşısında etkisiz kalan yetkililer ise işçilerin taleplerini kabul etmek yerine bölgeye yeni askeri birlikler yığmaya devam ettiler. Askeri uçaklar Kozlu üzerinde alçak uçuş yapmaya başladı. Tüm bunlara rağmen eylemi bitirmek bir yana daha bir kararlı tavır takınan maden işçileri, yaşamını yitiren işçi arkadaşları Mehmet Çavdar’ın cenazesini isteyen yetkililere, arkadaşlarının cesedini ancak Başbakan gelirse ona verebileceklerini söylüyorlardı.
Zonguldak valisi, Ereğli Kömür İşletmeleri Genel Müdürü ve il Jandarma komutanının yaptığı toplantı sırasında gelen bir haber yetkililerdeki korku ve paniği artırdı. Habere göre, işçiler, “Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’nı basmak için şehre yürüyorlardı.” Zonguldak Maden İşçileri Sendikası hükümet yanlısı tavrıyla yıllardır işçilerin tepkisini çeken bir pratiğe sahipti. Taşan öfkenin bu işbirlikçi sendikayı da vuracağı doğru olabilirdi. Bu haber üzerine vali ve yetkililer diğer illerden Zonguldak’a takviye askeri birlikler istedi. Zonguldak’taki tüm resmi binalar kapatılarak kapılarına kilit vuruldu. Şehirde gerilim had safhadaydı.
Bu arada madenciler Zonguldak’ın bütün giriş çıkışlarını kesmişlerdi. İşçiler 150-200 kişilik gruplar halinde şehri koruyan Jandarma barikatlarının önüne giderek sessizce bekliyorlardı. Zonguldak tam anlamıyla işçilerin taşan öfkesinin seliyle kuşatma altına alınmıştı. Her an barikatlara yüklenebilir ve şehre girebilirlerdi. Bunun üzerine Jandarma barikatları daha da geri çekildi.
Kozlu madenlerinin direnişi, hükümeti de harekete geçirdi. 13 Mart günü sabaha karşı yayımlanan hükümet bildirisinde olayların sürdüğü belirtilerek, olaya ilişkin haberin radyodan verilmesinin yasaklandığı açıklandı. Hakları için direniş başlatan işçilerin üzerine ateş açılmasını, iki işçinin ölümünü ve onlarcasının yaralanmasını açıklayacak bir gerekçe olamazdı. Bu insanlık dışı tutum karşısında tüm ülkede işçilerin harekete geçebileceği düşüncesi yönetenlerin korkularının asıl sebebiydi.
Sansür başka türlü açıklanamazdı. Bu arada İçişleri Bakanı İsmail Hakkı Akdoğan da, Zonguldak’a gitti ve işçilerle görüştü. Görüşme sonunda, işçiler rehin aldıkları mühendis Gültekin Yardımcıl’ı serbest bıraktı. İçişleri Bakanı dışında, Çalışma Bakanı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı da kentteydi. Aynı gün, 3 bakanla gerçekleştirilen görüşmenin ardından anlaşmaya varıldı.
Mehmet Çavdar’ın ve Satılmış Tepe’nin cenazeleri askeri törenle kaldırılarak köylerine gönderildi. İşçiler de yapılan anlaşma gereği aynı gün akşam saat 17.15’te işbaşı yaparak ocaklara geri döndüler.
Direniş ve çatışmaların yaşandığı 3 gün boyunca toplam 71 işçi gözaltına alındı. Direniş bittikten sonra bu işçilerin tümü mahkemelerce serbest bırakıldı. Fakat savcının itirazı üzerine 14 işçi tutuklandı. Anlaşmaya ve direnişin bitmesine karşın, Zonguldak ve Kozlu’daki yoğun önlemler devam etti. Şehrin ve ocakların olduğu bölgelerin çevresine bir tuğgeneralin komutasında pek çok deniz piyadesi ve bir topçu alayı ile yığınak yapıldı.
“Kozlu Maden Direnişi” Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra gerçekleşen işçi eylemlerinin içinde en büyük etki yaratan eylem oldu. Daha öncesinde bu boyutta bir işçi eylemi görülmemişti. İşçilerin öfkesi ve kararlılığı zapt edilemez bir biçime bürünmüş, madenlere giden yollar kapatılmış, işler tümden durmuştu. Kozlu ve Zonguldak’ta resmi daireler kapatılmış, devlet yetkilileri evlerine çekilmek zorunda kalmıştı. Bir anlamda Kozlu grevi 1960’lardan sonra gelişen işçi hareketinin ulaştığı doruk noktası oldu. 40 bin işçinin çalıştığı bir havzada işçiler çok büyük oranda hayatı durdurmuştu. Yollar kesilmiş ve 3 gün boyunca 5-6 bin işçiyle eylemler-yürüyüşler yapılmıştı. İşçilerin militanca direnişi tüm ülkede yankılanırken, yetkililer ve Ankara hükümetini anlaşmaya mecbur bıraktı.
Kozlu eylemleri sonrası kamuoyu ikiye ayrıldı. Bir kesim maden işçilerine yönelik saldırıyı onaylıyor ve sermayeyi destekliyordu. Diğer kesimse işçilerin haklılığını görüyor ve işçilere yönelik ateş emri verilmesinin doğrudan katliam girişimi olduğunu, bunun hesabının verilmesini istiyordu. Kısacası direniş ayrıştırıcı olmuştu.
Bu ayrışmada, dönemin tek işçi konfederasyonu olan TÜRK İş üst yönetimi de, sermayeden ve devletten yana tutum aldı. Maden işçilerinin tüm ısrarına rağmen TÜRK İş yönetimi, işçileri desteklemedi. Grevci işçilerle dayanışma içinde olduklarını bildirmedi. Dahası TÜRK İş Başkanı Seyfi Demirsoy, Genel Sekreter Halil Tunç ve birçok yönetim kurulu üyesi, grevci işçilerin değil, hükümetin ve işverenin yanında olduklarını açıkça beyan ettiler ve anti-komünizm propagandasının başını çektiler.
TÜRK İş Başkanı Demirsoy’un açıklamaları TÜRK İş yönetiminin niteliğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Seyfi Demirsoy basına verdiği demeçte iki aydır havzada bildiriler dağıtıldığını, bunlardan birinde komünizmin övüldüğünü öne sürdü, “İşçilerin birbirine ıslıkla parola verdiklerini” ve “bazı tahrikçilerin görüldüğünü” iddia etti. Demirsoy demecinin devamında şunları söyledi: “İşçilere tesir edebilecek bazı kimseler devamlı şekilde tahrikçiler tarafından yönetilmiş, hatta bazıları sarhoş dahi edilmiştir. Tahrik edenler olaylar sırasında ortadan kayboluvermiştir. Yayınlanan beyannameler de önemlidir. Alp Donder tarafından yayınlanan bir beyannamede, ‘Havzayı başınıza yıkarım’ şeklinde cümleler bulunmuş, komünizm methedilmiştir. Bu durumla ilgili makamlar zamanında haberdar edilmiş, tedbir alınması istenmiştir.” Seyfi Demirsoy’un baştan sona antikomünizm, Jurnalcilik ve işbirlikçilik içerikli bu konuşması TÜRK İş’in kuruluş amacını ve işçiler karşısındaki pozisyonunu da açıkça ortaya koydu.
Kozlu grevi, TÜRK İş içindeki iki eğilim çizgisi tartışmasını daha da netleştirerek son noktasına vardırdı. Pek çok sendikacı TÜRK İş yönetimine karşı tavır aldı. Bu işçi düşmanı çizgiye karşı işçilerin, aydınların, ilericilerin ve üniversite gençliğinin yükselen tepkisine ortak olan sendikacılar içinde öncülüğü Petrol İşçileri Sendikası Başkanı Mehmet Kılınç yapıyordu. Kılınç basına verdiği demeçte, “Türk işçisinin haysiyetiyle oynanmıştır. TÜRK İş’in başındakiler bugün çıkarcı çevrelerle el ele vermiş ve Türk işçi hareketinin karşısına geçmiştir” diyerek TÜRK İş’in misyonunu özetliyordu.
Tüm “kışkırtıcılık”, “yasadışı grev”, “komünist kışkırtması işçi isyanı” gibi ulumalara karşın madencilerin gerçek yaşam koşullarını kimse tam olarak bilmiyordu. Kozlu direnişine kadar maden işçilerinin insanlık dışı yaşam ve çalışma koşullarından kamuoyunun ciddi bir bilgisi yoktu. Peki koşullar neydi? Neydi maden işçilerini böylesi bir patlamaya iten ve ölümüne bir direnişe götüren süreç ve gerçek sebepler? Zonguldak maden havzası nasıl bir yerdi?
1848’den beri kömür çıkarılan bu havzada zorlu koşullardan dolayı çalışma mecburi kılınmıştı. Özellikle Ereğli sancağına bağlı olan 14 kasabada 13-50 yaş arası erkekler zorunlu çalışmaya tabiydi. 1869’da çıkarılan bir düzenlemeyle zorunlu çalışma kaldırıldı. Çok ağır koşullar göz önüne alınarak, iş kazalarını önlemek için çeşitli tedbirler alındı. İşletmelerin ölüm, yaralanma gibi durumlarda tazminat ödemesi gibi hükümler getirildi.
1965 yılına gelindiğinde havza 40 bin işçinin çalıştığı bir yer durumuna gelmişti. Fakat bu büyüme ve üretim artışı, aradan geçen 100 yıla rağmen işçilerin çalışma ve yaşam koşullarına bir türlü yansımıyordu. Bir ustabaşı ya da mühendis 100-150 lira günlük alırken, işçilere ise en çok 10, 10,5 lira ödeniyordu. Yeraltında çalışan işçiler ise 11, en çok 13 lira günlük alabiliyorlardı. İşçilere çocuk zammı ödemesine ise son verilmişti. Bu düşük ücretler ve hak gasplarının dışında başçavuş ve mühendisler işçilere insanlık dışı davranışlarda bulunuyor, hakaret edip dövüyorlardı. Mevsimlik işçiler ise, hafta sonu tatilinden dahi yararlandırılmıyordu.
Hazırlanan bir rapora göre, maden işletmelerinde yeterince tedbir alınmaması ve ihmal sebebiyle son üç yıl içinde 42 bin maden işçisi, iş kazası geçirmişti. 1721 işçi meslek hastalığına yakalanmış ve 2537 işçi çalışamaz hale gelmişti. Bu üç yıl içinde 619 işçi ise iş kazalarında ölmüştü.
Kozlu direnişi karşısında en gerici ve düşman tavrı takınanlardan birisi olan Türk-İş Genel Sekreteri Halil Tunç da, “Zonguldak’ta her yıl binlerce iş kazası olur. Bu kazalarda yılda yüze yakın insan ölür, on bine yakın insan yaralanır. Meslek hastalıkları yaygındır. Madenci yer altında her gün ölüm tehlikesi altında iki büklüm kazma sallamak zorundadır. Buna karşın aldığı günlük ücret, o da son toplu sözleşmeden sonra 11 liradır” diyerek bu çıplak gerçeği itiraf etmek zorunda kaldı.
Madencilerin isyanının, direnişinin kaynağı işte bu çalışma koşullarıydı. Burjuvazinin sömürü sistemi kapitalizm var oldukça sömürü, bu sömürüye karşı mücadele de devam edecektir, doğal olarak. Tüm bu insanlık dışı koşullara rağmen emek düşmanlarının Kozlu direnişine karşı açtığı “antikomünist ve işçi düşmanı kampanya” ilerici aydınların da şiddetli tepkisine yol açtı. Çetin Altan, gericileri 15 Mart tarihli “Akşam” gazetesindeki köşesinde şöyle yanıtladı: “Hayır, bu komünist tahriki değildir. Bu düpedüz Türkiye gerçeklerini kendi menfaatleri için tepetaklak etmeye çalışan çıkarcıların kasten yaptıkları sosyal adaletsizliğin tahrikidir. 29,5 milyon, yılda ortalama biner lira kazanırken, 500 bin kişinin 50’şer bin lira kazanması da komünist tahriki midir? Adam başına ayda bir yumurta ve yüz gram et düşmesi, 31 bin köyün susuz yaşaması, insanların hastane kapılarında ölmeleri, 7 yaşında çocukların sokaklarda satılmaları hep komünist tahriki midir?”
Çetin Altan dışında pek çok ilerici aydın da, işçilerin direnişinin yanında yer aldı, gerçekleri yazarak yalan ve karalamaları boşa çıkaran açıklamalar yaptılar. Demokrat ilerici sendikalar ve özellikle başını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü’nün çektiği öğrenci gençlik, izin verilmemesine karşın, Kızılay meydanında oldukça başarılı bir gösteri örgütleyerek, Kozlu işçilerinin yanında olduklarını gösterdiler.
Milli Türk Talebe Birliği ile Türkiye Milli Talebe Federasyonu da yayınladıkları bildirilerde, Zonguldak madencileriyle dayanışma içinde olduklarını açıkladı. Federasyon grevlere karşı asker gönderen ve işçilere ateş açtıran hükümeti protesto ettiğini bildirdi. Bildirilerde maden işçilerinin haklı grevine karşı gericiliğin açtığı antikomünist kampanya da şiddetle lanetleniyordu.
Üniversite gençliğinin, aydınların ve ilerici güçlerin desteği Türkiye işçi sınıfına ve Zonguldak maden işçilerine büyük bir direnç kaynağı oldu. Kozlu greviyle birlikte işçi hareketlerinde belirgin bir siyasallaşma ve militanlaşma süreci de başladı.
Kozlu direnişi sonrası açılan antikomünist kampanyanın bir amacı da gelişmekte olan ilerici, anti-emperyalist ve sosyalist hareketin önünü kesmekti. Fakat bu girişim de boşa çıkartıldı. Kozlu direnişinin etkisini de arkalayan Türkiye İşçi Partisi sosyalizm ajitasyonunu işçiler, emekçi köylülük ve aydınlar arasında yaygınlaştırarak 1965 seçimlerine girdi. Egemenlerin tüm engellemelerine ve anti propagandalarına rağmen, Kozlu direnişinden 6 ay sonra yapılan genel seçimlerde Türkiye İşçi Partisi 15 milletvekili çıkartarak meclise girmeyi başardı.
Coğrafyamızın tanık olduğu bu görkemli işçi kalkışması kitleselliğin, kararlılığın ve militanlığın yarattığı deneyimleriyle her geçen gün hakları gasp edilen, krizin ve işsizliğin boyunduruğu altında ezilen işçi ve emekçilere yol göstermeye devam ediyor.