Çoğunluğu kayıt dışı olmak üzere 40 bin civarında işçi çalışıyordu tersanelerde. Patronların kar hırsı nedeniyle iş güvenliği sağlanmadığı için onlarca işçi iş cinayetlerine kurban gitti, yüzlercesi yaralı ve sakat kaldı.
Elektrik çarpması, patlama, yangın, 24 saate varan uzun çalışma saatleri nedeniyle dikkatsizlik, güvenlik kemeri olmadığı için yüksekten düşme ve sac, vinç ya da forkliftten düşme gibi çoğunluğu önlenebilir olaylardan dolayı onlarca işçi iş cinayetinin, daha doğrusu patronların kâr hırsının kurbanı oldular. Tersanelerde revir, doktor olmadığı için erken müdahale ile kurtarılabilir kazalar ölümle sonuçlanıyordu. Ya da kârlarından feragat etmek istemeyen patronlar öncelikli olarak iş güvenliği tedbirleri için gerekli olan yatırımları ve önlemleri kısıyorlar, çalıştırılması zorunlu olan iş güvenliği uzmanlarını bulundurmuyorlar. Hatta işçileri kobay olarak kullanıp bile bile ölüme yolluyorlar. Yasal zorunluluk olarak uymaları gereken kuralları dahi uygulamayan tersane patronları işçilere kuralsız-yasa dışı bir çalışma yaşamı dayatıyordu.
Kayıt dışı çalışmanın sürdüğü, sigorta ve sendika haklarının olmadığı, çalışmanın neredeyse tamamının taşeronlaştırıldığı, işçilere kölelik koşullarının dayatıldığı, iş cinayetlerinin cehenneme çevirdiği bu koşullarda Limter-İş Sendikası “Artık Yeter” çığlığı barikat olmaya çalışıyor, “Yasadışı ve kuralsız çalışmaya son!” çağrısıyla kararlı bir mücadele yürütüyordu. Binlerce işçinin katıldığı yüzlerce eylem ve protesto örgütlediler. Tersane işçisinin sorunlarını ve taleplerini ülke gündemine taşımak, çözümü patronlara ve her daim patron yanlısı olan hükümetlere dayatmak için uzun yıllara dayanan zorlu mücadeleler yürüttüler. Bu uğurda bedeller ödediler. Patron güdümlü sarı sendika Dok Gemi-İş’in fiili saldırılarına rağmen işçilerin tek gerçek ve meşru sendikası olarak, sınıf sendikacılığı anlayışını benimsemiş, sosyalist, mücadeleci bir sendika örneği oluşturdular. 2007 yılının son aylarına gelindiğinde bıçak eti geçmiş, artık kemiğe dayanmıştı. Artarak süren iş cinayetleri vicdanları sarsıyordu, “Artık Yeter” çığlığı ile bütün havzayı, bütün işçileri ve onların yaşam alanlarını sarıyordu.
Uzun yılların deneyimi sonucu, Tuzla tersaneler havzasında bulunan bütün fabrikaları tek tek örgütlemek yerine, bütün bir havzayı tek bir fabrika gibi örgütlemeyi amaçlayan Limter-İş Sendikası ve sosyalistler, havza genelinde bir direniş örgütleyerek bu gidişe bir dur demeye hazırlanıyorlardı. Böylece işçi sınıfı hareketinin önemli kilometre taşlarından biri olmaya aday 2008 tersane grevlerini hazırlayan ve başarıya götüren süreç işletiliyordu.
2007 Eylül’ünde 14 günde 5 işçinin ardı ardına iş cinayetine kurban gittiği günlerde Limter-İş Sendikası ve sosyalistler grevi gündemlerine almışlardı. Tersane havzasında oluşan toplumsal duyarlılığı bir bölgesel genel grev-genel direniş çizgisinde ilerletme bakış açısıyla uzun vadeli planlar oluşturdular. Buna göre 2008’in ilk aylarından itibaren eylemler yoğunlaştırılacaktı, Nisan ayında ise süreç, bir bölgesel genel grev-genel direnişe dönüştürülecekti. Son dönemde gelişen toplumsal mücadeleler ve kazanımla sonuçlanan bir dizi grev ve direnişin yarattığı olumlu hava da bu planı gerçekleştirilebilir kılıyordu. 2008’in Ocak ve Şubat aylarında da peş peşe iş cinayetleri yaşanınca sosyalist öncülerin ve Limter-İş’in ısrarlı mücadeleleri sonucunda Tuzla tersaneler bölgesi yeniden toplumsal duyarlılığın odağı haline geldi. Tekelci holding medyası bile tersanelerin sorunlarını günlerce yayınlamak zorunda kaldı, Konu, bütün ülkenin en önemli gündemi haline geldi. Duyarlı ve ileri kesimlerin öncelikli konularından biri oldu,
Sendikanın, işçilerin ve toplumsal duyarlılığın baskısından bunalmaya başlayan hükümet ve patronlar savunma halinde oyalayıcı izahlarla, göstermelik düzenlemelerle süreci geçiştirmeye çalıştılar, İşçilerin arasında ise bir şeylerin değişebileceğine dair umut ve inanç daha da büyüdü, Sorunlarının ülke çapında gündemleşmesi cesaretlerini arttırıyordu.
27-28 Şubat Fiili Grev
Yürütülen kararlı mücadele ile oluşan muazzam kamuoyu desteği ve baskının yanı sıra 21 Şubat 2008 günü DİSK Başkanlar Kurulu’nun Tuzla tersaneler bölgesinde 24 saatlik oturma eylemi kararı aldığını duyurması, en başta yapılan genel grev planını hızlandırdı. 27-28 Şubat günlerine denk gelen bu oturma eylemi kararı üzerine, Limter-İş Sendikası en ufak bir tereddüt yaşamadan iki günlük grev kararı aldı ve ilan etti.
Bu grev, yasal sınırların belirlediği bir grev ilanı değildi, Yasaları aşan, gücünü meşruiyetinden alan, fiili bir grev kararıydı. Ayrıca tek tek fabrikaları değil bütün bir havzayı kapsayan, örgütlü-örgütsüz, kayıtlı- kayıt dışı, bütün işçileri ve işyerlerini içeren fiili, meşru bir grevdi. Coğrafyamızda fiili-meşru grev geleneğinin öncüsü ve kendinden sonraki işçi hareketi için bir dönüm noktası olan 1963 Kavel grevinin izinden şimdi de Tuzla tersane işçileri yürüyordu,
Tersane işçileri, bu coğrafyanın ilk işçi eylemi ve grevini 1873’te gerçekleştirenlerdi. Keza 12 Eylül karanlığı günlerinde yerel de olsa ilk işçi grevi tersanelerde yaşanmıştı. Kuralsızlığın ve yasadışılığın olduğu koşullarda işçiler kendi yasalarını yapıyorlardı, 2008’e gelindiğinde, yeni bir toplumsal mücadelenin mayalandığı bu günlerde, yasadışı-fiili grev hazırlığıyla tersane işçileri ve öncüleri sosyalist sendikacılar mücadeleci geleneklerine ileri bir halka daha eklemeye hazırlanıyordu.
21 Şubat günü ilan edilen grev kararının ardından, hızla bu kararın güçlendirilmesi hazırlığına girişildi, Kararın taban iradesiyle buluşması için 23 Şubat akşamı sendika binasında işçi kitle toplantısı yapıldı. Grev hazırlığının en önemli ve kritik halkası olan bu toplantıya beklenilenin üzerinde işçi katıldı, Sendika yöneticileri ilgiyle dinlendi. Konuşan öncü işçiler sorunlarını, taleplerini, çalışma koşullarını, aşağılanmaları, bakanlık müfettişlerinin teftişlerini anlattılar, Hepsinin son sözü “Artık Yeteri” oluyordu.
İşçi demokrasinin güzel örneklerinden biri de olan bu toplantıda bütün kararlar ortaklaşa alındı ve en sonunda grev oylaması yapıldı, İstisnasız bütün eller grev için kalktı. Böylece iki gün önce alınmış olan grev kararı, tersane işçilerinin kararına dönüşmüş oldu. Bu toplantıda talepler de kararlaştırıldı.
Talepler şöyleydi:
-Tuzla tersanelerinin denetimini sendikamız Limter-İş, TM- MOB, TTB, BARO, Çalışma Bakanlığı ve GİSBİR’den oluşan bağımsız bir kurul yapsın…
-Ağır ve Tehlikeli İşkolu Yönetmeliği uygulansın.
-Sigortalarımız ana firma tarafından ve aldığımız ücret üzerinden ödensin.
-Gurbetçi işçilere sağlıklı barınma evleri sağlansın.
-Sendikamızın tersanelerde temsilcilik açma hakkı tanınsın.
Böylece 27-28 Şubat 2008 grevinin son hazırlıklarına geçildi. Havza çapında fiili bir grev yapılacaktı ama hazırlıklar henüz yeterli değildi. Grev dört gün sonra olacaktı üstelik. Bütün eksikliğine rağmen muazzam bir inanç ve duyarlılık oluşmuştu. Doğru bir zamanlama ve iyi bir planlama ile birleştirildiğinde sorunlar aşılabilirdi.
Toplantı sonrasında onlarca işçi hemen kolları sıvamış, oturdukları semtlerde bildiri dağıtımına çıkmıştı. İşyerlerinde, işçilerin uğrak mekânlarında yapılan çağrılar, dağıtılan bildiriler, yürütülen tartışmalar tersane havzasını arı kovanına çevirmişti. 20’ye yakın tersanede grev komitesi kuruldu ve ilk elden grevin taleplerini anlatmaya koyuldu. Grev kararı bütün tersanelerde duyulmuş, bütün işçilerin ilgi odağı haline gelmişti. Sadece işçiler değil, işçi aileleri de grevin parçası olarak örgütlenmeye çalışılıyordu.
Grev ilan edilir edilmez, işçiler ve öncüleri ile patronlar ve hükümet arasında bir irade savaşına dönüştü. Grev hazırlığı sürüyordu ve medyanın, toplumun ilgisi bütünüyle tersanelere çevrilmişti. Aynı günlerde ordunun Kuzey Irak operasyonu başlamıştı ve Kürt sorunu da önemli bir gündem oluşturuyordu. Limter-İş Sendikası, grevin gündemden düşmemesi, dikkatlerin ve duyarlılığın korunması için çabalarını sürdürdü. Patronların ve hükümetin işçileri suçlayan, sendikayı ve sosyalist öncüleri yasadışı göstermeye çalışan açıklamaları ve tehditlerine karşı onları yeniden köşeye sıkıştıran yanıtlar verildi, toplumsal destek ve duyarlılık büyütüldü. Ulusal çapta yayın yapan medya kuruluşları ve tekelci holding medyası da etkili biçimde kullanıldı. Daha baştan, toplumun en genel desteği sağlandı, patronlar ve patron yanlısı hükümet yalnızlaştırıldı. Patronların ve hükümetin her adımı boşa çıkarıldı, grev kararlılığı ve talepleri tekrar tekrar deklare edildi. Bu irade çatışması da grevi güçlendiren, toplumsal desteği artıran, moral ve güç veren bir olanağa dönüştürüldü.
Grev hazırlığının ve baskının yarattığı telaş ile patronların iş güvenliği konusunda kimi önlemler almaya çalışması da, daha grev öncesinde elde edilen kazanımlardı. Bu durum moral ve güç üstünlüğünün işçilerde olduğunu gösteriyordu. Havzanın bütün ruhu değişmişti artık!
Patronların ayak oyunları, engelleme çabaları son anlara kadar sürdü. Aynı zamanda korkularını da yansıtıyordu. Grev günü sabahı, patronlar iş başı saatini bir saat erkene aldılar. İşçilerin yolları kesilmeden önce işyerlerine girmelerini sağlayacak yeni yollar, yöntemler aramışlar, kendilerince de tedbirler almışlardı. İşçiler ise grev öncesi yaptıkları toplantılarda, patronların bu planını da boşa çıkarmak için yol kesme eylemini bir saat erkene aldı. Böylece taktik hamleler saat saat, an an yaşanır olmuştu. 27 Şubat sabahı saat 06.00’da Tuzla Tersanesi önünde yol kesme eylemi ile grev başlatıldı. Limter-İş Sendikası yöneticileri, Tekstil-Sen ve TÜMTİS yöneticileri ve sosyalistlerin bulunduğu bu ilk eylemci gruba, o saatlerde polis müdahale etti. İki gün boyunca Limter-İş ve tersane işçilerinin yanında olan TÜMTİS İstanbul Şubesi yöneticileri ve üye işçiler polis müdahalesi başladığında en ön saflara yürüdüler. “Beni çiğnemeden asla!” diye kendilerini siper ettiler sınıf kardeşlerine. Güzel bir sınıf dayanışması örneği gösterdiler.
Sabahın bu ilk çarpışmasında polis, bütün sendikacıları ve işçileri zorla, darp ederek gözaltına aldı.
Tam bir sıkıyönetim hali hâkimdi, her yanda polis ablukası vardı. Gözaltılarla ilk elden grev iradesinin kırılmasını amaçlıyordu. Bu müdahale ve gözaltılar, grevi belli ölçüde sıkıntıya soktu, patronlarda grevin kırıldığı umudunu yarattı. İşçiler asIında böylesi bir müdahaleyi bekliyordu ama eylemin bir saat erkene alınmış olması henüz işçilerin toplanmamış olması grevi tehlikeye düşürmüştü. Aynı saatte Aydıntepe tarafında yol kesme eylemi yapan işçi kolu, bu ilk müdahale üzerine hızla eylem alanına yöneldi. Müdahalenin olduğu grev alanına geldiklerinde sayıları 500’ü bulan Aydıntepe kolu, çevrede bekleyenlerin katılımıyla bir anda iki bin kişiye ulaştı. Öte yandan, Tuzla İçmeler Tren İstasyonu yönünden gelen grupla birleşin- ce eylemin seyri işçilerin lehine döndü. Bu ilk irade çarpışmasını kazanan işçiler, havza trafiğinin göbeğinden bütün havzaya hâkim yolları kestiler. Böylece Aydıntepe kolu, grevin seyrini de belirlemiş oldu.
Zaman ilerledikçe grevin kitlesi büyüdü. Sloganlar, zılgıtlar, ajitasyon konuşmaları, kararlılık beyanları yükseliyordu işçilerden. Muazzam bir coşku ve öfke okunuyordu bu büyük tablodan. “Artık ölmek istemiyoruz”, “Direne direne kazanacağız”, “Yaşasın Tuzla direnişimiz” diye diye inletiyorlardı koca havzayı. Büyük bir uğultu halinde başlayıp yükselen ve her yanda yankılanan ses ise grev… grev… grev… diyordu.
Tersanelerden çekiç sesleri gelmiyordu artık. Tek tük sesler gelse de bütün tersanelerde üretim durmuş ya da ağır biçimde sekteye uğramıştı. İlk günden yüzde 70 katılımla başlamıştı grev ve direniş. Tehditler ve gözaltılar grev kararlılığını engelleyememişti. Grev alanında ise öğrenciler, kadınlar, semt yoksulu emekçiler, diğer sendikalardan, konfederasyonlardan, meslek odalarından temsilciler vardı. İlericiler, devrimciler, sosyalistler, akademisyenler, aydın ve sanatçılar da oradaydı.
Grev alanında biri daha vardı ki, sıra dışı olağanüstü bir çaba ile koşuşturuyordu. Adı Ruhiye Levent’ti. 2006 yılında Dearsan tersanesinde iş cinayetine kurban giden işçi İbrahim Levent’in eşi. O da bu grevin en aktif emekçisiydi. Sadece erkeklerin çalıştığı tersanelerde, bu kadın eylemi yönetmeye çalışıyordu. “Kim bu kadın” diye müdahale edenlere de sert çıkıyor, elinde megafonu ile öfkesini taşıyordu grev alanına. “Beni tanımayanlar, kendilerinde bana karışma hakkını bulanlar iyi dinlesin. Bu eylem benim eylemim. Ben buraya tersane patronlarından hesap sormaya geldim” diyordu. İki gün boyunca grev alanından ayrılmadı. Ruhiye Levent, işçileri ve işçi eşlerini örgütlemeye, insanca yaşamak için ölümlere dur demek için mücadele etmeye çağırdı.
Saat 11,00’e geldiğinde DİSK ve bağlı sendikalar, İçmeler köprüsünde kortej oluşturup grev alanına doğru yürüyüşe geçti, DİSK korteji de alana geldikten sonra DİSK Başkanlar Kurulu’nun almış olduğu karar gereği 24 saatlik oturma eylemi de başlamış oldu, Oturma eyleminden önce yapılan konuşmalarda DİSK, “Ucuz emek cenneti, işçilere cehennemdir! Ya cennet, ya cehennem! Ya sendika, ya ölüm!” diye Tuzla gerçeğine değiniyordu, Zira Tuzla’da sendika ve mücadele yaşamdır, aksi ise ölüm!
Grev günü devlet tersane havzasını ve civarını OHAL bölgesine çevirmişti, adeta fiili sıkıyönetim uyguluyordu. Grev başladıktan sonra da gerilimi tırmandırmak için her şeyi yapıyordu. Ses araçlarına el koyuyor, grev çadırlarını gözaltına alıyor, sürekli “Yolu açın, yoksa dağıtırız” diye tehdit ediyordu. Buna rağmen kitle geri adım atmıyor, hiçbir kuvvetin kendilerini oradan çıkaramayacağını, bunun bir ölüm-kalım mücadelesi olduğunu haykırıyordu.
Bu kararlılık karşısında patronların ve devletin tutumu kısa sürede çözülmeye başladı. Sabahki ilk eylemde gözaltına alınan sendikacıların ve işçi önderlerinin grev alanına girişi de büyük bir coşku yarattı. Eşine az rastlanır bir kucaklaşma ile işçilerin öfkesi ve kararlılığı büyüdü, Gözaltından çıkar-çıkmaz kitleye seslenen Limter-İş Genel Başkanı Cem Dinç gözaltıların, tutuklamaların kendilerini mücadelelerinden vazgeçiremeyeceğini, insanca çalışma koşulları sağlanıncaya kadar mücadele edeceklerini söyledi,
Grev alanı gecenin geç saatlerine kadar işçilerle doldu taştı. Dayanışma ve destek ziyaretleri gece boyunca da sürdü. DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TÜRK-İş’e bağlı sendikalar, bağımsız Tekstil- Sen, demokratik kurumlar, ilerici, devrimci, sosyalist güçler Limter-İş Sendikası ve grev etrafında kenetlendiler, Oturma eylemi ve grev nöbetini ertesi sabaha kadar sürdürdüler,
28 Şubat sabahı, yani ikinci gün grev yine sabah 06,00’da başladı, İşçiler yoğun polis ablukasına rağmen ikinci gün de grev anında toplanmaya başladı. Sabahın ilk saatlerinden itibaren ajitasyonlar, coşkulu konuşmalar ve çağrılar yapıldı. İşçilerin geçiş güzergâhlarında uzun koridorlar oluşturdular. Aralarından gelip geçen işçileri greve katılmaya davet ediyorlar, ısrarlı olanları ikna etmeye çalışıyorlardı. Eyleme katılan işçi sayısı da her an daha da artıyordu. Bu ikna çabalarına rağmen işe gitmeye niyetli işçiler ise koridorun sonunda kurulan insan zinciri ile engelleniyordu. Tek bir işçiye dahi işbaşı yaptırmayacaklardı. İkinci gün de bütün coğrafyanın kalbi Tuzla, Tuzla’nın kalbi ise grev meydanıydı.
İkinci gün, patronların örgütü GİSBİR’e görüşme talebi iletildi. GİSBİR de mecburen kabul etti. Ama heyette Limter-İş’in yer almasını istemiyordu. İşçilerin tek ve meşru sendikası olan Lim- ter-İş ve DİSK bu şartı kabul etmedi. Grevin iradesiyle patron örgütünü sıkıştırmayı sürdürdü. GİSBİR binasına yürüyecekler ve taleplerini deklare edeceklerdi. Binlerce işçinin kapılarına dayanması fikrinden fena halde rahatsız olan patronların süngüsü düştü. An be an taktik hamlelerle yürütülen mücadelede GİSBİR Limter-İş’le görüşmeyi kabul etmek zorunda kaldı.
Tersane patronlarının Limter-İş’i muhatap almak zorunda kalması grevin amaçlarından biriydi ve bu amaca ulaşıldı. Böylece tersane işçisinin fiili ve meşru temsilcisi olan Limter-İş, bu kimliğini patronlar ve hükümet nezdinde de kabul ettirmiş oluyordu. Böylece bir kazanım daha elde edildi. GİSBİR’le yapılan görüşmede işçilerin talepleri dayatıldı. Patronlar ise savunmada kaldılar; talepler için çalışma başlatma sözü vermeye mecbur edildiler. Limter-İş ise patronlara bir haftalık süre tanıdı. Sürecin aktif takipçisi olacağını bir kez daha ilan etti.
Böylece amacına ulaşan 27-28 Şubat 2008 Tuzla tersaneler grevi, başarılı bir çalışma sonucunda, bir dizi deneyim ve kazanımla ikinci gününde sonlandırıldı. Ama bu bir son değil, aksine bir başlangıçtı. Tersanelerde yeni bir hayatın başlangıcıydı. Fiili grev yaparak işçiler kendi yasalarını yapmışlardı, mevcut yasal sınırları ve yasakçı anlayışı aşmışlardı. Tek tek fabrikalarda değil, bütün bir havza genelinde, bütün bir havzayı tek bir fabrika gibi greve taşımışlardı.
Grevin Kazanımları
Daha ilk anda kimi tersanelerde grevin taleplerini yerine getiren patronlar olmuştu. Ağır ve tehlikeli işkolu yönetmeliğinin uygulanması için adımlar atılmaya başlandı. Kimi tersanelerde çalışma süresi sınırlandı, iş güvenliği için bazı önlemler alınır oldu. İşçilerin sigortaları yatırıldı, kimi yerlerde teçhizatlar yenilendi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik grevin basıncı ile patronlar tarafından kandırıldığını söyledi. Meclis tersaneleri gündemine almak zorunda kaldı ve bir araştırma komisyonu kuruldu. Bazı tersanelerde iş güvenliği teftişleri yapıldı, kurallara uymadığı tespit edilen tersaneler geçici olarak mühürlendi.
Tersane havzasının havası, ruhu değişti. Tersane işçileri artık bir şeylerin değişebildiğim, örgütlü olurlarsa ve mücadele ederlerse kazanabileceklerini gördüler. Kendi güçlerinin farkına vardılar. Hem kendilerine hem de öncülerine olan güvenleri pekişti. Yüzlerce işçi grev alanında sendikalı oldu. Limter-İş Sendikasının örgütlülüğü ve potansiyel gücü misliyle büyüdü.
Patronların ve hükümetin ikiyüzlü siyaseti bütün yönleriyle teşhir oldu. Zoraki de olsa Tuzla gerçeğini kabul ettiler. İşçiler ise kaderlerinin patronların, hükümetin ve sarı sendikanın insafına bırakılmaması gerektiğini daha iyi anladı.
Taşeronluk sistemi, kuralsız-esnek çalışma koşulları ve tersane işçilerinin yaşam şartları bütün ülkenin gündemi haline geldi, tartışmaya açıldı. Sınıf hareketinde fiili grev, yol kesme, fiili işbaşı yapmayı engelleme gibi mücadele araçlarını yeniden gündemleştirdiler. İşçi sınıfının taban iradesini yansıtan, işçi demokrasisinin güzel örneklerinden biri olan işçi kitle toplantılarını etkince kullandılar. Mücadele araç ve biçimlerinde zenginlik sağladılar.
Bütün dezavantajlarına rağmen başından sonuna bir kafa açıklığı, bir plan ve iradeyle kazanılan grev oldu, 27-28 Şubat grevi. Öncülerinin taktik gücü, doğru zamanlaması, iradesi ve anbean uyguladığı manevralar ile bir grevin nasıl kazanılacağının örneği oldu. Sınıf sendikacılığı çizgisinin ve mücadeleci sosyalist sendikacılık örneğini de sınıf hareketi tarihine bir kez daha işlemiş oldu. Militan bir sınıf hareketi yaratmada yeni bir halka daha yaratmış oldu.
Ancak, grevle köşeye sıkışan GİSBİR ve hükümet bir dizi adım atmak zorunda kalırken, bir yandan da oyalamaya çalışıyordu. Attığı adımlar göstermelik kalıyor, verilen sözler unutuluyor, muhataplar dinlenmiyordu. İşçiler cephesinden yapılacak şey belliydi; Şubat grevinin kazanımlarını korumak, verilen sözlerin tutulması, talepler için adım atılması konusunda baskılarını arttırmalıydı. Bunun tek yolu yine kararlı, fiili ve meşru mücadeleyi büyütmekti.
Şubat grevinin bunaltıcı etkisi hafifler hafiflemez, hükümet de patronların yardımına koşmakta acele etti. Geçici olarak mühürlenen tersaneler, eksiklerini gidermediği halde yeniden açıldı ve yine ölümlere, iş cinayetlerine sebep oldular. Başbakan dahi iş cinayetinden sabıkalı tersanelerde açılış şovları yapmaktan geri durmadı.
Mayıs 2008’e gelindiğinde verilen sözler tutulmuyordu artık ve iş cinayetleri de devam ediyordu. 17 Mayıs’ta 12 saat arayla iki iş cinayeti daha yaşandı. Yetkililer ise bu ölümlerin normal karşılanmasını istiyordu, iş cinayetleriyle ilgili soruşturma dahi açılmıyordu.